8 Kasım 2016 Salı

Filozoflara Göre Aşk (Aşk ve Felsefe)

Felsefe tarihinde önemli yeri olan dört filozoftan aşk ve güzellik üzerine alıntılarla aşkın felsefesi yer alıyor bu yazımızda.
   Platon iyi ve kötü sevgiyi anlatıyor. Descartes şaşırmanın hayranlığa ve hayranlığın aşka dönüşümünü açıklıyor. Schopenhaur aşkı üremeye indirgerken, Nietzsche’nin de kadın erkek arasındaki ilişkiyi pek de yüceleştirdiğini söyleyemeyiz. Anlaşılan o ki güzel bizi çekiyor, sonra bazımız güzelde kalıyor, belki çok azımız güzellik kavramına ve oradan daha yüce bir aşka ulaşıyor. Platon Platon’un Şölen adıyla çevrilmiş olan Symposion’u (Symposium) gerçekten tam bir sevgi ve aşk şölenidir.
Platon Şölen’de sevgi ve aşk üstüne konuşturur kahramanlarını. Pausanias sözü alıyor: “Ne yaparsak yapalım, yaptığımız iş kendiliğinden ne güzeldir, ne de çirkin... Güzellik bunların yapılış yolundan doğar. Bunları güzel, doğru dürüst yaparsak, güzel olur, yapmazsak, çirkin olur. Sevmekte de öyle: Güzel olan, övülmeye değen her sevgi değil, bizi Sevginin güzeline yönelten Sevgidir... Düşkün dediğimiz, orta malı Sevgiye düşen, candan çok bedeni seven adamdır. Bu Sevgi uzun sürmez, çünkü sevilen şey sürekli değildir. Asıl sevdiği şey, sevgilinin bedeni bir çiçek gibi solar solmaz, sözler, antlarla birlikte Sevgi de uçar gider. Bir insanı, içi güzel diye, seven ise, ömür boyu sever, çünkü sürekli bir şeye bağlanmıştır. İşte bizim geleneğimizin istediği bu sevililerin birbirini en iyi, en güzel biçimde denemesi, kötü arzulardan kaçıp, iyi arzulara uymalarıdır. Onun için kimine koş, kimine kaç der, bu yarışmada sevenin de, sevilenin de iyi cinsten mi, kötü cinsten mi olduklarına bakarız. Yine bunun içindir ki, çabuk ele geçirmeyi ayıp sayar, aradan bir zaman geçmesini isteriz, çünkü çoğu kez, denemeye en iyi fırsat veren budur... Seven bir insanın her türlü köleliğe katlanması, onu küçük düşürmez, ayıp sayılmaz demiştik ya, bu gönüllü köleliğin de gerçekten utanılmayacak biricik şekli erdem uğrna köleliktir. İnsan kendini birine kul köle ederken, onunla daha üstün bir bilgiye, daha üstün bir erdeme ulaşacağına inanıyorsa, hiçbir küçülme yoktur...”
 Aristophanes ise eskiden insan soyunun Androgynos denilen her iki cinsi de içine olan bir üçüncü çeşidi olduğunu, Zeus’un bunları ikiye bölmesi ve şekil vermesi ile şimdiki cinslerin ortaya çıktığını anlatır. “İnsanın yapısı böylece ikileşince, her yarı öbür yarısını özleyip, üstüne atlıyor, kollarını birbirine sarıp, yeniden bir bütün haline gelmek arzusuyla kucaklaşıyor... Demek ki insanın kendi benzerine duyduğu sevgi, çok eski bir zamandan kalmadır, Sevgi, bizim ilk yapımızı yeniden kuruyor, iki varlığı bir tek varlık haline getiriyor, kısacası insanın yaradılışındaki bir derde deva oluyor... Bütün ömürlerini bir arada geçiren bu insanlar birbirlerinden ne istediklerini anlatamazlar size. Kimse diyemez ki, onları bu kadar çoşkunlukla birleştiren zevk sadece bir cinsel arzu ortaklığıdır. Bu iki candan her birinin aradığı bambaşka bir şeydir, istediklerini duyar, sezer de anlatamazlar... Bu neden böyledir? Dediğim gibi, biz aslında bir bütündük de ondan. Sevgi dediğimiz şey yaradışımızdaki bütünlüğü arzulamak, aramaktır.” Burada anlatılan kavramın karşılığı günümüzde ruhikizi'dir. Ruhikizi ifadesinin kökeniyle ilgili daha fazla bilgi için "Ruhikizi ne demektir?" makalesine bakınız. Platon en son sözü, Sokrat ve Mantineia’lı yabancı kadın Diotima’ya vererek, Sevginin diğerlerinin söylediğini gibi ne güzel, zengin ne de bilge olmadığını söyletir. Arzulamak biz de olmayanı istemekse eğer ve biz güzel olanı, bilge olanı, iyi olanı seviyorsak Sevgi güzel de değildir, bilge de. İkisinin ortasında bir şeydir. “Bilgi ve bilgisizliğin de ortasındadır. Bakın niçin: Tanrıların hiçbiri bilgeyle uğraşmaz, bilgeliğe özenmez (çünkü, zaten bilgedir); bilgeliğe ermiş bir insan da artık bilgiyle uğraşmaz; bilgisizler de öyle, ne bilgiyle uğraşırlar, ne bilge olmaya özenirler. Bilgisizlik neden kötüdür? Cahil kişi güzellikten, iyilikten, akıldan yoksunken, hepsini kendisine toplamış sanır da ondan... En geniş anlamıyla sevgi, her iyi olanı ve bizi mutlu edeni arzulamaktır... Ben derim ki, sevmek, ne yarımı aramaktır, ne de bütünü, dostum, eğer bu yarım, bu bütün iyi şeyler değilse. İnsanlar kötü gördükleri yeri, kendi elleri ayakları da olsa, kesmeye razı olmuyorlar mı? Demek ki insan, mutlaka kendinden olan bir şeye bağlanmaz, ama her iyi olan şeyi kendi öz malımız, her kötü olanı da yabancımız sayarsak, o başka. Her ne olursa olsun, insanlar iyiden başkasını sevmezler... Yaratma gücüyle yüklü bir varlık, güzele yanaştı mı, ferahlar, genişler, sevinçten taşar, doğurur ve çoğalır... Sevgi senin sandığın gibi güzelin sevgisi değilmiş... Doğurmanın, güzel içinde yaratmanın sevgisi... Bedenlerinde bereket taşıyanlar daha çok kadınlardan yana gider; onların sevme yolu, çocuk üreterek ölümsüzlüğü sağlamaktır. Adlarını yaşatarak, gelecek bütün zamanlar boyunca mutluluğa ereceklerini sanırlar. Ama canlarında bereket olanlara gelince; ‐çünkü böyleleri de var‐ onlar, bedenden çok daha bol verirler can ürünlerini. Nedir canın ürünleri? Düşünce ve daha ne varsa. İşte bütün yaratıcı şairler ve sanatlarına yenilik getiren işçiler bu canı bereketli insanlardır. Düşüncenin en güzel, en üstün şekli küçük, büyük insan topluluklarının düzenini kuran düşüncelerdir: Ona da ölçü ve doğruluk derler. Bu insanlardan biri ta genç yaşından beri içinde bu değerlerin tohumunu bir tanrı gibi taşıyorsa, olgunluk çağında canı doğurmak, yaratmak arzusuyla yanar. İşte asıl o zaman bence sağa sola başvurup, hangi güzellik içinde doğuracağını araştırır. Çirkinlik içinde doğuramaz hiçbir zaman. Bu arzuyla yüklü oldukça, çirkin bedenlerden çok, güzel bedenlere yönelir, onlar arasında güzel, cömert, soylu bir cana da rastladı mı, bu iki güzelliğe birden vurulur, böyle bir varlık karşısında dili çözülüp, ona erdemi, iyi insanın nasıl olacağını, neler yapacağını anlatır, kısacası onu geliştirmeye çalışır. Güzelle düşüp kalkma, ona çoktan beri canında taşıdığı tohumu geliştirmek, filizlendirmek olanağını verir; yanında, uzağında hep onu düşünür, aralarında doğan birlik, baba ile çocukları arasındaki bağdan, sevgiden çok daha üstün, çok daha güçlüdür, çünkü o ikisi, daha güzel, daha ölmez varlıklar yaratmak üzere birleşmişlerdir.... Dinle beni şimdi: Sırlara yolunca ermek isteyenin daha genç yaşında güzel bedenleri araması gerek. Onu yola koyan, doğru yola koymuşsa, ilkin bir tek insanı sever ve ona söyleyecek güzel sözler bulur. Sonra anlar ki, şu bedende gördüğü güzellik her bedeninkinin eşi, kardeşidir; görüş güzelliğini arayan için bütün bedenlerdeki güzelliği bir tek şey saymamak delilik olur. Bunu iyice anladı mı, bütün güzel bedenleri sever, bir tekine olan düşkünlüğü küçümser, hiçe sayar. Bundan sonra yapacağı şey, can güzelliğini beden güzelliğinden üstün görmektir. Değerli bir can, bedendeki pırıltısı sönük de olsa, sevgisini coşturmaya yetmeli; ona kendini verip, gençlerin yükselmesi için söylenecek en güzel düşünceleri aramalı, bulmalıdır. Böylece güzelliği ister istemez yaşayış, davranış yollarında görecek, hepsindeki güzelliğin aslında hep aynı güzellik olduğunu gfark edecek ve böylece beden güzeliğine fazlaca kapılmamayı öğrenecek. Davranış, yaşayış yollarından bilimlerre geçip, onlardaki güzelliği de görecek. Gözleri böylece daha geniş bir güzele erdiği zaman, artık bir tek varlığa bağlanmayacak, bir delikanlının kim olursa olsun herhangi adamın, şu ya da bu davranışın kulu kölesi olup, incir çekirdeği doldurmaz laflar etmeyecek.... Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin, bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bütün güzel bedenlere, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de sonunda bir tek bilgiye varacaksın. Bu bilgi de o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, asıl güzelin özünü tanımaktan başka bir şey değildir. İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an yok mu, sevgili Sokrates, işte yalnız o an için insan hayatı yaşanmaya değer!... Düşün ne olur, bir görebilirse insan güzelliğin kendini her şeyden soyunmuş, arınmış, katıksız! İnsanın tenine, bedenine, rengine daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil, bir tek görünüşüyle tanrı güzelliğini! Böyle bir güzelliğe gözlerini kaldırıp bakmanın, onunla kaynaşmanın yolunu bulanın hayatını küçümseyebilr misin? Ancak orada güzeli yalnız güzeli gözecek gözle bakan erdem taslakları değil, gerçek erdemler yaratabilir: Çünkü taslaklara değil, gerçeğin ta kendisine bağlanmıştır. Yalnız gerçek erdemi yaratan ve besleyen tanrının sevdiği bir insan olabilir, yalnız o insanlar arasında bir insanın erebileceği ölümsüzlüğe erer.” Alkibiades Sokrat’ı övücü şeyler söyler onu göklere çıkarır. Bunun üzerine Sokrat şöyle der: “Sevgili Alkibiades, benim için söylediklerin doğru ise, gerçekten seni daha iyi etme gücü varsa bende, giriştiğin işte yaya kalmayacağa benzersin. Anlaşılan, senin beden güzelliğinin çok üstünde, yaman bir güzellik görüyorsun bende. Bundan ötürü benimle alışverişe girmek, güzellik verip güzellik almak istiyorsun, bu işte senin kazancın benimkinden çok fazla olacak diye düşünüyorsun. Güzelliğin görünüşünü verip, kendini almakla altına karşı bakır vermiş olacaksın. Ama, iki gözüm, biraz daha iyi düşün, benim hiçliğimi bir değer sanmış olabilirsin. Düşüncenin gözü ne zaman iyi görmeye başlar: Gözlerimiz keskinliğini yitirince. Senin o hale gelmene daha çok var.” Descartes Descartes; Çev. Mehmet Karasan. Ruhun İhtirasları. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991. Hayranlık. Herhangi bir nesne ile ilk karşılaşma bizi şaşırtırsa, ve onun yeni olduğuna veya daha önce bildiğimizden pek farklı olduğuna, yahutta olması gerektiğini farz ettiğimizden pek başka olduğuna hükm edersek, o zaman ona hayran oluruz ve o bizi hayret içinde bırakır. Bu nesne bize faydalı veya faydasız olduğunu hiç bilmeden bu hayranlığı duyduğumuz için, bana öyle geliyor ki, hayranlık bütün ihtrasların birincisidir. Zıddı bir ihtiras da yoktur; çünki kaşılaştığımız nesne bizi hayrete düşürecek bir özelliğe sahip değilse, bundan dolayı asla heyecan duymayız ve ona ihtirassız bakarız.s.50 ...bir şey bizim bakımımızdan bize iyi olarak takdim edildiği, yani bize uygun gelen bir nesne olarak sunulduğu zaman, bu bizde ona karşı aşk doğurur, bu bize kötü veya zararlı olarak takdim edildiği zaman da bizde kin doğurur. s.51 Hayret nedir? Bu hayret, şaşkınlık, dimağın boşluklarında bulunan ruhların, hayran olunan nesnenin intibaının bulunduğu yere doğru akmasını sağlayacak büyük bir güce sahiptir; bazan olnların hepsini oraya iter, ve bu intibaı muhafaza etmekle o kadar meşgul olurlar ki, orada ne kaslara geçen, ne de dimağda takib ettikleri ilk çizgilerden hiçbir suretle geri dönen biçbirisi yoktur: Bu sebeple de, bütün vücut bir heykel gibi hareketsiz kalır ve, nesnenin de ancak ilk görünen yüzünden başka bir yüzü görülmediği gibi, daha özel bir bilgisi de elde edilemez....İhtirasların sebep olduğu zarar da, bu düşünceleri gerekenden fazla kuvvetlendirip saklamalarıdır, yahutta üzerinde durmak faydalı olmayan düşünceleri kuvvetlendirip saklamalarıdır.s.59 Fakat çokça, gerektiğinden fazla hayranlık duyduğumuz ve pek az itibara layık olan ya da hiç itibar gerektirmeyen şeyleri gördüğümüzde hayrete düştüğümüz vakidir. Bu da, aklımızı kullanmayı tamamıyle ortadan kaldırır; yahutta, bizi sapıttırır. İşte bunun içindir ki, bu ihtirasa herhangi bir eğilimle doğmuş olmak iyi bir şey olsa da, çünki bu bizi ilimleri edinmeye elverişli kılar; bununla beraber, mümkün olduğu derecede, kendimizi bundan kurtarmaya çalışmamız lazımdır....Aşırı bir hayranlığa düşmekten kendimizi alakoymak için birçok şeylerin bilgisini edinmekten ve en nadir ve en acayip şeyleri gözden geçirmeye ve incelemeye kendimizi alıştırmaktan başka çare de yoktur.s.60 Kendilerini hayranlığa kaptıranlar ne en aptal, ne de en zeki olanlardır...hayranlığa meyilli başlıca kimseler, oldukça iyi bir sağ duyuya sahip oldukları halde kendi yeterliliklerine inançları olmayan, böylece kendilerini küçük ve aşağı gören kimselerdir (s. 61). Aşk, ruhun bir heyecanıdır. Bu heyecanı ruhların hateketi doğurur. Bu heyecanı, onu yani ruhu kendine uygun görünen şeylerle, isteyerek birleşmeğe teşvik eder....Böylece insan bir bütün tahayyül eder, kendisini de onun yalnız bir bölümü, sevilen şeyi de onun başka bir bölümü olarak düşünür.s.62 İki türlü aşk bir birinden ayırt edilir: Bunlardan biri, iyilik isteyen aşktır; yani ruhu, sevilenin iyiliğini istemeye teşvik eder. Öteki, şehvet aşkıdır; yani, sevilen şeyi arzu ettiren aşktır. Fakat bana öyle geliyor ki bu ayrıma, aşkın özü veya mahiyeti ile değil de etkileri veya neticeleri ile ilgilidir; zira, ne tabiatte olursa olsun, herhangi bir nesneye irade ile katılır katılmaz, onun iyiliğini isteriz; yani, irade ile, ona uygun veya faydalı olan şeyleri ona ekleriz. Bu da, aşkın başlıca neticelerinden biridir. Ve eğer insan bu nesneye sahip olmanın veye irade ile olandan başka bir tarzda onunla birleşmesinin bir iyilik olduğunu hükm ederse, o zaman onu arzu eder. Bu da aşkın en bayağı neticelerinden biridir.s.64 Bana öyle geliyor ki, kendimize kıyasla sevdiğimize karşı beslediğimiz takdire göre de aşkı türlere ayırabiliriz; zira aşkımızın konusuna kendimizden daha az değer verirsek, ona karşı basit bir sevgi duyarız; onu kendimizle eşit değerde görürsek, ona karşı dostluk duyarız; ama ona kendimizden fazla değer verirsek, duyduğumuz ihtirasa tapınma adı verilir. Böylece bir çiçek, bir kuş, bir at için sevgi duyabiliriz; fakat, kafadan adamakıllı sakat olmaksızın insanlardan başkaları için dostluk duyamayız. Bu ihtirasın konusu insanlardır, öyleki insanlarca sevildiğimizi düşündüğümüz ve asil alicenap bir ruha sahip olduğumuz zaman, ne kadar eksikli ve kusurlu olursa olsun, kendisi için pek tam ve mükemmel bir dostluk duymayacağımız insan yoktur. Tapınmaya gelince onun başlıca konusu, şüphesiz, tam olgun ve istün olan Tanrı’dır. Onu gereği gibi bildiğimiz ve tanıdığımız zaman, ona tapmaktan kendimizi alamayız....Şimdi bu üç türlü aşk arasındaki fark, özellikle, neticelerinde ortaya çıkmaktadır; zira hepsinde de kendimizi sevilen şeyle birleşmiş olarak gördüğümüze göre, onlarla birlikte teşkil ettiğimiz bütünün büyük bölümünü muhafaza etmek için, ufak bir bölümünü fada etmeğe her zaman hazır bulunuruz; bu sebepledir ki, basit sevgide kendimizi daima sevdiğimize tercih ederiz; aksine tapınmada ise, sevilen şeyi o derecede kendimize tercih ederiz ki, onu muhafaza etmek için ölmekten korkmayız.s.66 Fakat dış duyularımızla, özellikle öteki duyulardan daha önemli olan, görme duyusu ile bize bu şeklilde sunulan şeyleri güzel veya çirkin olarak adlandırıyoruz. Buradan da iki türlü aşk doğuyor. Onlar da, iyi şeyler için duyulan aşk ile güzel şeyler için duyulan aşktır. İkinciye, onu birinci ile karıştırmamak, hele, çokça aşk adı verilen “arzu” ile hiç karıştırmamak için “zevk” adı veriliyor. s.68...Çiçeklerin güzelliği bizi sadece onlara bakmaya, meyvelerin güzelliği de onları yemeğe tahrik eder, fakat başlıcası kendimizi bir başkası olabileceğini düşündüğümüz birşahısta hayal edilen olgunluklardan, mükemmeliklerden duyulan arzudur; zira tabiat, akılsız hayvanlar arasıda olduğu gibi, insanlar arasında da koyduğu cinsi ayrılığın yanında, dimağda da bir takım intibalar koymuştur. Bunların etkisi ile insan belirli bir yaşta ve belirli zamanda kendini yaradılışca eksik ve ancak bir bütünün yarısı olarak görür. Öteki yarının da öteki cinsten biri olduğuna inanır, böylece de bu yarıyı kazanma, tahayyül edilebilen nimetlerin en büyüğü olarak tabiat tarafından belirsiz bir şekilde gösterilir.s.71 Arthur Schopenhauer Schopenhauer Arthur; Çev. Sümer Erenyılmaz, İrade Felsefesi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul 1993. Schopenhauer içimizde olduğu gibi herşeyde iradenin tek sebep olduğunu söylüyor. Çekme ve itme, birleşme ve ayrılma, mıknatıs ve elektiriğin iradeden ibaret olduğunu sevişenleri ve yıldızları çeken kuvvetin aynı kuvvet olduğunu ileri sürüyor. Üreme iradesini anlatırken kadın ve erkeği yaklaştıran sebebin üreme iradesi olduğunu söyler. “Her canlı olgunluk çağına varınca kendisini üreme hizmetine kurban etmeye koşar. Örümcek dişisi az evvel tohumunu aldığı erkeği yer. Birçok hayvanlar hiç görmeyecekleri torunları için gıda toplarlar. Nihayet insan, çocuklarını beslemek, giydirmek ve yetiştirmek için hemen hemen helak olur. Üreme her canlı organizmanın son gayesi ve en kuvvetli içgüdüsüdür. Çünkü ölümü bu yoldan yenebilir. Ve ölümü yenebilmek için üreme iradesi idrak ve tefekkürün hüküm sürdüğü sahaların tamamen dışında kalır. Bazı filozofların bile çocukları vardır. Bu konuda irade 08.11.2016 Fࠀlozoflara Göre Aşk (Aşk ve Felsefe) ­ Flört, aşk, arkadaşlık, evlࠀlࠀk sࠀtesࠀ ,evlࠀlࠀk sࠀtelerࠀ gࠀbࠀ kadın ve erkek ࠀlࠀşkࠀsࠀne daࠀr her şeyࠀ bulabࠀleceğࠀnࠀz... http://www.ruhࠀkࠀzࠀ.com/fࠀlozoflara­gore­ask­ask­ve­felsefe­makalesࠀ47.html 3/4 hemen hemen idrakten bağımsızdır. Buna göre tenasül uzuvları iradenin asıl odaklarıdır. Ve böylece dimağın ve idrakin zıd kutuplarıdır. Bu sebepten tenasül uzvu Yunanlılarda Fallus, Hintlilerde Lingam ismiyle Tanrılaştırılmıştır. Heziot ve Parmenides demişlerdir ki «Eros, herşeyin başı ve herşeyin yaratıcısıdır». Cinsiyet, harbin sebebi, barışın gayesi, ciddiliğin temeli, istihzanın hedefi ve bütün gizli işaretlerin sembolüdür. Cinsiyet, kainatın hakiki ve irsen intikal eden hakimidir. Ve oturduğu yüksek tahttan kendisini bağlamak isteyen teşebbüslere küçümseyerek bakar. Cinsi aşkın metafiziği, esas itibariyle babanın anneye, ebeveynin çocuğa, ferdin türe kul olmasından ibarettir. İki kişi arasındaki cinsi cazibe gayri meş’ur olsa da karşılıklı üreme arzusunun bir neticesidir. Nihayet çeşitli organlar kendi kusurlarının tamamlayıcısını ararlar. Ta ki bu kusurlar gelecek nesillere intikal etmesin. Bir erkek adele bakımından ne derece çelimsiz ise o derece güçlü kuvvetli kadın arar. Herkes başka şahısta kendi nefsinde eksik hissettiği yönü arar. Ve bunu güzel bulur. İki kişinin vücut yapıları öyle olabilir ki türün devamı bakımından biri diğerini bütünleyici olur. İkisi arasındaki cazibe buradan ileri gelir. Kadının vücudunu inceleyişteki titizliğimiz ve hoşumuza gitmeye başlayan kadını pervasızca ve kritik bir tarzda araştırışımız, bütün bunlar, türün bekası emrinde, farkında olmadan, yaptığımız hareketlerdir. Üreme ve gebe kalmaya elverişli devirden uzaklaştıkça ferdi cazibe azalır. Güzel olmayan bir genç hâlâ bir cazibe tesiri yapabilir. Genç olmayan bir güzelse yapamaz. Aşık olanlar sadece muayyen vasıfta bir ferdi yaratma insiyakı ile hareket ederler. Bu sebepten erkek kadında mukabil aşk aramaktan ziyade ona sahip olmayı ister. Buna rağmen bu çeşit aşk izdivaçları kadar kötü hiçbir şey olamaz. Çünkü izdivacın gayesi, ferdî zevk olma değil, türün bekasıdır. «Aşk yüzünden evlenen ıstırap çekmeye mecburdur» Bu bir İspanyol atasözüdür. İzdivaç problemi ile uğraşan kitapların çok defa gülünç olması şundandır ki evlenmeyi insanlığın devamına yarayan bir müessese olarak değil bir zevk alma işi olarak kabul eder. Tabiat, ana babanın «ebediyen mesut» veya sadece cinsi birleşme günü mutlu olup olmadıklarına bakmaz. Ana babanın aracılığı ile olan evlenmeler çok defa aşk izdivaçlarından daha mesuttur. Buna rağmen ana babasının öğütlerine rağmen aşk yüzünden evlenen kızları bir dereceye kadar «takdir etmek» lâzımdır. Çünkü o daha mühim olan bir şeyi tercih etmiş ve tabiatın emrine uygun hareket etmiştir. Halbuki ana, baba egoizm tavsiyesinde bulunurlar. Aşk, en iyi Eugenique’tir. Aşk, tabiatın bir aldatma vasıtası ve izdivaç aşkın tedrici yıpranmasından ibaret olduğundan izdivaç müessesesi hayal kırıklığı vermeye mahkûmdur. İzdivaçta ancak filozoflar mesut olabilirdi. Ne çare ki filozoflar da evlenmezler! Aşk ihtirası cinsiyetin emrinde bir çılgınlıktan ibaret olduğundan birleşme vuku bulduktan sonra bunalım biter. Ve fert anlar ki «cinsi iradesi» tarafından aldatılmıştır. Eğer Petrark’ın aşk arzusu tatmin edilmiş olmasaydı şarkı söyleyemez olurdu. Ferdin, türün emrinde ve türün devamı için bir aletten ibaret oluşu şununla da sabittir ki vitalitesi, cinsel organının durumuna bağlıdır. s.50” Nietzsche F. Nietzsche İyinin ve Kötünün Ötesinde Türkçesi: Prof Dr. Ahmet İnam. Ara Yayıncılık İstanbul 1989. s:78 Sevdiği için sevildiğini keşfetmek, gerçekten, sevene sevilenin verdiği bir ders olmalı. Nasıl? Seni yine de sevecek kadar alçakgönüllü mü? Yoksa, aptal mı? Yoksa‐yoksa... Kadın ve erkekteki aynı duygu yine de tempo olarak farklıdır: Bu yüzden kadın ve erkek asla birbirlerini yanlış anlamaya ara vermezler. Bir insanın cinselliğinin derecesi ve türü, insan ruhunun en yüksek noktasına dek ulaşır. Sevildiğini bilip de, sevmeyen ruh, en dipteki posasını ele verir; en dipte olanı yukarı çıkar. Cinsel sevgideki müthiş bekleyiş ve bekleyişteki utanç, kadının açısını en başından çarpıtır. Aşk ve nefretin yer almadığı oyunda, kadın orta dereceli bir oyuncudur. Duygusallık, sık sık aşkın büyümesini çabuklaştırır, böylece kök zayıf kalır ve kolayca sökülüp çıkarılır. Bilim bütün gerçek kadınların utançlarına saldırır, biri onların derilerinin altına bakmaya çalışıyormuş gibi duyarlar kendilerini, daha kötüsü, giysilerinin süslerinin püslerinin altına!. Uyanık olduğumuzda da, düşte yaptığımızı yaparız: İlişkide olduğumuz insanları yaratır ve uydururuz sanra unutuveririz hemen. İntikamda ve aşkta kadın, erkekten daha barbardır. Göbeğimizin altı, insanın neden kendini bir Tanrı yerine koyamadığının sebebidir. Şimdiye dek duyduğum en temiz kalmış deyiş? “Dans le véritable amour c’est l’ame qui enveloppe le corpsi” (Gerçek aşkta ruhtur gövdeyi sarıp sarmalayan) Akademisyenliğe eğilimleri olan kadının, genellikle cinselliğinde bozuk birşey vardır. Doğurgan olmayış kendini belli bir erkeksi beğeniyle ortaya koyar; Erkek, eğer denilebilirse, “doğurgan olmayan hayvandır.” Bütünüyle kadın ve erkeği karşılaştırırsak, şu denebilir: Kadının süslenmesi için bunca yeteneği olmazdı, eğer ikincil rolü için güdüsü olmasaydı. Yakınındakini iyi bir düşünceye ayartmak, ardından, yakındakinin bu iyi düşüncesine bütün kalbiyle inanmak. Kadınlar kadar kim becerebilir bu işi? Delilik, tek tek insanlarda pek seyrektir, ama gruplarda, partilerde, halk arasında çağlarda kural olarak bulunur. Aşk, aşkın yüksek ve gizlenmiş özelliğini ortaya çıkarır onda az bulunur ve kural dışı olanı: Böyle olduğunca da onda neyin olağan olduğu konusunda yanıltır insanı. Kendimiz hakkında çok konuşma, kendini gizlemenin bir yolu da olabilir. İnsan, sevgisiyle arasıra rastgele birini kucaklayabilir. (Çünkü herkes kucaklanamaz): Ama bu ona çaktırılmamalıdır. Sonunda insan arzularını sever arzuladıklarını değil. Bana yalan söylemiş olman değil artık sana inanmamam sarsıyor beni.
 Kaynaklar İbn Hazm, Çev. Mahmut Kanık;Güvercin Gerdanlığı: Sevgiye ve Sevenlere Dair, İnsan Yayınları İstanbul 1995 Russell B; Evlilik ve Ahlak. Varlık Yayınları İstanbul 1967. Kernberg OF; Object Relations Theory and Clinical Psychoanalysis. Jason Aronson Inc. 1984. Gardner RA, Psychotherapy with Adolescents, Creative Therapeutics New Jersey 1988. s.61 Jacobson E; The Self and The Object World. International Universities Press, Inc. Connecticut 1993. Bayraktar M; Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ankara 1994. 08.11.2016 Fࠀlozoflara

Hiç yorum yok: