8 Kasım 2016 Salı

sokrates ve aşk

okrates'in Aşk Üzerine Söylevi
Teogoni ve Şölen Bağlamında Aşk-2

Madencilik tanrısı İfestios birgün insanlara sormuş; ''İstediğiniz nedir? Gece ve gündüz birbirinizden ayrılmayacak şekilde birleşmek mi? Eğer arzunuz buysa sizi birlikte eritip yeniden biçimlendireceğim. İkiden bir olacak şekilde. Yaşadığınız sürece tek kişi gibi olacaksınız. Öldüğünüzde de Hades'in karşısına birlikte, tek kişi olarak çıkacaksınız. Fakat bunu isteyip istemediğinizden, size mutluluk getirip getirmeyeceğinden emin olmalısınız.'' Arkaik karakterimiz birlik olduğundan, elbette hiç kimse bu teklifi geri çevirmemiş.

Şölen'de, Aristofanis'in söylevine gelene kadar aşkın temel sorunsalı ikiden bir olmak olarak belirir. Sokrates söz aldığında suyun akışını değiştirir önce. Birşeyi övmekle bırakmak ve onun en önemli özelliklerini belirlemek arasındaki farkı açar. Onun düşünce tarzının belli başlı köşelerini tespit edebiliriz bu diyaloglarda. Diyalektik uslamlamanın patikalarında uzun bir yolculuğa çıkarız. Retoriklerin temelsizliğinin bizi yanlış olana tebelleş edebileceğini ima ederek aşkın dilenci kılıklı bir yoksul olduğuna dair Diotima adlı bilge kadından öğrendiklerini aktarır.

''Aşk üzerine methiyeler düzme işine sizinle birlikte girmekle komik duruma düştüğümün farkındayım. Çünkü ben aşk konusunda çekingenimdir, hiç yaşamış değilim. Nasıl söz söyleyebilirim bu konuda! Saflıktan, bir atışmada insanın hakikati söylemesi ve mantığını bu temel üzerine kurması gerektiğine inanırdım. Ki insanlar, en uygunların en iyilerini seçerek onları sentezlesin. Herhangi birşeyin nasıl methedileceğini iyi bildiğimi düşünerek güzel bir söylev vereceğime dair özgüvenim vardı. Ama göründüğü kadarıyla herhangi birşeyi övmek için bu güzel bir yöntem değil. Övülene en önemli ve en güzel özellikleri yakıştırmak yeterli. Gerçekte bu özelliklere sahip olup olmadığı, söylenenlerin yalan olup olmadığı hiç önemli bir mesele değil. Başta da söylediğimiz gibi her biriniz aşka methiyeler düzer gibi görünüyor ama gerçekte bunu yapmıyorsunuz. Sanırım bu yüzden, her tür argümanı kullanarak aşka değişik özellikler biçmeye çalışıyorsunuz. Onca iyiliklerin kaynağı bir hikmet olduğunu iddia ederek aşkı tanımayanlara elden geldiğince güzel göstermeye çalışıyorsunuz. Onun ne kadar muhteşem, güzel ve övgüye değer olduğunu bilenlere değil. Fakat ben methiyenin nasıl olması gerektiğini de aşkın kendisi gibi bilemediğimden aklımla değil dilimle size bu işi yapacağım sözünü vermiştim.''

'Tanrıların bile' boyun eğdiği 'ihtiyaç', Antik Yunan felsefesinin 'nedensellik' kategorisi gibidir. Sokrates ilk önce sözü edilenin bir şeyin mi bir kişinin mi aşkı olduğunu sorar. Anne-babaya duyulanı aşk olarak adlandırmanın gülünçlüğünü hatırlatır. Böyle birşey değildir sorduğu. Sonra, aşka kimin ihtiyaç duyacağı sorusunu sorar. Ona sahip olan mı yoksa ona sahip olmayan mı? Güzelliği isteyen ona sahip olduğu için mi ister, sahip olmadığı için mi? Uzun bir insan uzun olmak ister mi? İnsan, sahip olmadığı, eksikliğini duyduğu şeye aşk duyar. Yoksun olunana aşk, Sokrat'ın söylevindeki ilk başlıktır.

Devamında Agaton'un 'çirkin için aşk olamayacağı, aşkın güzeller için olduğu' fikrine gönderme yaparak bunun 'çirkinin değil güzelin aşkı' olarak adlandırılması gerektiğini belirtir. Yoksunluk kuralını anımsatarak 'aşkın güzelliğinden yoksun olanın nasıl güzel olabileceğini' sorar.

- Anlaşılan tehlikedeyim, dedi Agaton; az önce söylediklerimden hiçbirini bilmediğimi kabul ediyorum.

- Fakat iyi diyordun, dedi Sokrates. Ama birşey daha söyle bana; iyi olan aynı zamanda güzel değil midir?

- Elbette.

- O zaman, aşk güzellikten mahrum olduğunda, güzel olan aynı zamanda iyi olduğuna göre iyiden de mahrum olacaktır.

Bu noktada Sokrates ve Diotima arasındaki diyalog aktarılır.

- Olur mu öyle şey Diotima? Aşk kötü ve çirkin midir?

- Küfretme Sokrates! Güzel olmayan birşeyin zorunlu olarak çirkin olacağını mı sanıyorsun?

- Elbette.

- O zaman bilge olmayan da cahil öyle mi? Bilgelik ve cahillik arasında başka birşey daha olduğunu kavramamış olmayasın?

- Nedir o?

- İnsanın doğru gerekçelendirmelere sahip olmadan bir konuda doğru bilgiye sahip olması ne bilim (mantıkla ispat edilemeyen bir şey nasıl bilimsel olabilir?) ne de bilgisizliktir (insanın gerçeği bulması nasıl bilgisizlik olarak adlandırılabilir?) Böyle birşeydir doğru bilgi; sağduyu ve cehalet arasında.

-Haklısın, der Sokrates.

- Her güzel olmayanın çirkin olacağını, her iyi olmayanın kötü olacağını sanma, der Diotima. Madem aşk ne iyi ne de güzeldir, bunun çirkin ve kötü anlamına geleceğini sanma; ikisinin arasında birşeydir.

- Fakat onun büyük bir tanrı olduğunu herkes kabul eder, der Sokrates.

- Herkes derken onu tanıyanları mı kastediyorsun, tanımayanları mı?

-Genel olarak herkes.

- Nasıl oluyor Sokrates, herkes onun büyük bir tanrı olduğunu kabul ederken aslında tanrı bile olmadığını söylüyorlar?

- Kimmiş onlar? diye sorar Sokrates.

-Biri sensin diğeri de ben. Çok basit; söyle bakalım, bütün tanrılar mutlu ve güzel değil midir? Aksini söylemeye cesaret edebilir miydin?

-Tabii ki hayır.

- Güzel ve iyi şeyleri olanlara mutlu demiyor muyuz?

- Kesinlikle.

- Fakat iyi ve güzelin yoksunluğundan aşkın bunları arzuladığını kabul etmedin mi?

-Ettim.

- İyi ve güzelden yoksun olan nasıl tanrı olabilir?

- Göründüğü kadarıyla olamaz.

- Sen de Aşk'ı tanrı olarak kabul ediyorsun, gördün mü?

- Nasıl başka türlü olabilirdi ki? Ölümlü mü?

- Ondan hariç herşey.

- Ne fakat?

- Daha önce dediğimiz gibi; ölümlü ve ölümsüz arasında.

- Nasıl yani Diotima?

- Büyük Cin* o Sokrates.  Bütün cinler tanrı ve ölümlüler arasındadır.

- Nasıl bir gücü var?

- Tanrılara insani olanı, insana da tanrısal olanı taşıma ve yorumlama gücü var. Duaları ve adakları tanrılara, emir ve ödülleri insanlara taşır. Aradaki boşluğu doldurarak evrenin tamamlanmasını, kendisiyle bağlanmasını sağlar.

Söyleşinin vardığı bu aşamada Diotima, kendi mesleği olan büyücülüğün ve kutsal işlerin, bütün biçimleriyle bilgeliğin cinlere işçilik yapmaktan başka bir anlamı olmadığını belirtir. Sokrates, soru sormaya devam eder;

-Anası babası kimdir?

- Uzun hikaye ama sana kısaca anlatayım. Afrodit doğduğunda tanrılar ziyafet verdiler. Mitidos'un oğlu Poros (ürün-kaynak) da onlarla beraberdi. Bu büyük ziyafet bittiğinde Pina (açlık) kendisine de bir sadaka verilir umuduyla gelip kapıda durdu. Poros, (o zamanlar henüz şarap olmadığından) içtiği nektardan sarhoştu ve Zeus'un bahçesinde uyuyakaldı. Bunu gören Pina, bir geçim aracı olmadığından onunla bir çocuk yapmaya karar verdi ve yanına uzandı. Böyle doğdu Aşk. Onun doğumgününde doğduğu ve doğası gereği güzele sevdalı olduğu için Afrodit'in takipçisi ve hizmetkarı oldu. Açlık ve geçimin oğlu Aşk böyle doğdu. Herşeyden önce, her zaman yoksuldu ve dahası çoklarının sandığı gibi yumuşak ve güzel değil sert, kirli, yalınayaktı ve başını sokacak bir çatıdan mahrumdu. Annesinin doğasına sahip olarak, yataksız yorgansız yollarda ve kapı önlerinde uyur, Fukaralık'la her daim yoldaşlık ederdi. Babasından aldığı özellikler de çoktu; cesaret ve cüretle tehlikelere atılarak güzel ve iyi olanın peşine düşen korkunç bir avcıdır. Sürekli düzenbazlık yapar. Bütün hayatının felsefesini yapar ve bilgi karşısında tutkulu bir mucittir. Korkunç bir büyücü ve sofisttir. Doğası gereği ne ölümlü ne de ölümsüzdür.

Aşkın doğası ne ölümsüz ne de ölümlü. Kimi zaman doğduğu gün ölüyor, kimi zaman yeniden doğuyor.  Babasının doğasından gelen yeniden başarma gücüyle ele geçirdiği, hızla kayıp gidiyor ellerinden. Bu yüzden, aşk ne yoksul ne de zengindir. Bilgelik ve bilgisizlik arası bir yerdedir. Çünkü, tanrılardan hiçbiri felsefe yapmıyor., bilge olmak gibi bir arzuları da yok. Çünkü öyleler. Eğer bir insan bilgeyse felsefe yapmaz. Cahiller de felsefe yapmaz, bilge olmak istemezler. Cahilliğin kötülüğü de burda zaten. İyi, güzel  veya doğru olmadan, tatmin edici derecede bu özelliklere sahip olduğunu sanır. Eğer bir insan, birşeyden mahrum olduğunu düşünmüyorsa onu arzulamaz.
-          Peki felsefe yapanlar kim o zaman? Madem ne bilge ne de cahiller,dedim ben.
-          Apaçık ortada, bir çocuk bile bunu anlar, dedi. Bu ikisinin arasında bulunurlar. Onlardan biri de aşk. Çünkü, bilgelik en güzel şeylerden biridir. Şk, güzele olan aşktır. Kaçınılmaz olarak filozoftur. Ve bir filozof olarak, cehalet ve bilgelik arasındadır. Doğuştan böyledir. Babasından bilgeliği, annesinden ise ne yapacağını bilemeyişini miras edinir. İşte, aşkın doğası böyledir Sokrates. Ama sen aşkın başka bir şey olduğunu sanıyordun ve buna şaşırdığımı söyleyemem. Söylediklerinden çıkardığıma göre, aşkın aşk nesnesi olduğunu sanıyordun, öznesi değil. Bu yüzden sanırım, aşk sana çok güzel, harikulade bir şey gibi görünüyordu. Çünkü, gerçekten de aşkın nesnesi güzel, şefkatli, mükemmel ve hayran olunası. Ama sana anlattığım gibi, aşkın öznesi bambaşka bir çehreye sahip.

Ben de o zaman;

-          Olsun, doğru söylüyorsun yabancı. Ama madem aşk böyle, insanların ihtiyaç duydukları ne? diye sordum.
-          Tam da bu Sokrates, sana anlatmaya çalışacağım. Aşk böyle birşey işte, böyle doğdu. Ve senin de dediğin gibi, aşkın nesnesi güzellik. Biri de çıkıp, ‘güzele duyulan aşk nedir Sokrates Diotima?’ diye bize sorsaydı? Aşık olan güzelliklere mi aşık oluyor? Neyi seviyor?
-          Kendisinin olmalarını, dedim.
-          Ama kendisinin olduğu halde, hala istiyor, dedi. Cevabın başka bir soru daha doğuruyor; güzelliklere sahip olan ne kazanacak?
Bu soruya cevap vermenin benim için hiç kolay olmadığını söyledim o zaman.
-          Ama, dedi, eğer biri güzelin yerine iyiyi koyup ‘söyle bakalım Sokrates, aşık olan iyinin aşkıyla mı seviyor? diye sorsa?
-          Kendisinin olmalarını seviyor, dedim ben.
-          İyiye sahip olan ne kazanacak?
-          Bunu yanıtlamak benim için çok kolay, mutlu olacak, dedim.
-          Mutlular, bazı değerlere sahip olarak mutlu oluyorlar demek... Ama, mutlu olmak isteyen neden mutlu olmak ister diye sormamız gerekmez mi? Nitekim, öyle görünüyorki bunun cevabıyla tartışma sonlanacak.
-          Doğru söylüyorsun, dedim.
-          Bu arzu ve aşk sence bütün insanlarda ortak mı? Herkes iyi olana mı sahip olmak ister yoksa farklı mı düşünüyorsun?
-          Herkeste aynıdır sanırım, dedim ben.
-          Neden herkes aşık demiyoruz o zaman Sokrates? Madem herkes her zaman böyle şeylere aşık olur... Ama ‘sadece bazıları aşk, diğerleri değil’ diyoruz.
-          Ben de şaşıyorum, diye yanıtladım.
-          Şaşırma, dedi. Çünkü, öyle görnüyorki, aşkın bir türünü ayırıp ona bütünün adını veriyor, aşk olarak adlandırıyoruz. Aşkın diğer türleri içinse farklı isimler kullanıyoruz.''



1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

Şemsin 40 kuralının ilkidir bu. İkinci kuralda şöyle der; ''Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.''

Ol sebeple biz de kırılgan bir hediye olan hayatımızı aşka seccade ettik efendim. Nefsimizi silmemenin bedeli ağır oldu. Şems'in ardından dediklerini bizim için de dediler. Biz de Şems'in bıraktığı yerden sürdürelim.

Şu dünyayı yaşanır kılarak nihilistlerin ağzını açık bırakan o şeyden sözetmeyi sürdürelim. Her vesileyle hatırlayalım ve hatırlatalım; varlığımızın biricik amacı odur.



* δαίμονας: Faruk Tuncay'ın Yunanca-Türkçe Sözlük'ünde cin, iblis, şeytan gibi karşılıkları olsa da çoktanrılı yapıdaki bu kavramı kendi çerçevesi içinde anlamamız gerekir. Bir topluluk olduklarından şeytan değil de cin demek daha doğru olabilirdi. Demonyazmenos cinnet geçirmiş olarak çevrilebileceğine göre...

Hiç yorum yok: